Konuya şöyle başlamak doğru olacaktır diye düşünüyorum; Hayvanseverler her yerde öyle değil mi? Hatta pandemi den sonra çoğunlukla kedi veya köpek olmak üzere hemen hemen artık her evde bir evcil hayvan bulunmakta. Peki sizce hayvanları bu kadar çok seviyor olmamıza rağmen ve onları hayatımıza bu kadar dahil ediyor olmamıza rağmen neden ‘’hayvan’’ kelimesini duyduğumuz zaman hakarete uğramış hissediyoruz? Bunun yanı sıra genellikle hayvan görünümleri çok güzel öyle değil mi? Üzerimizde o desenleri görmek için bunca para ve zaman harcamak neden? Gerçekten çok ilginç öyle değil mi?

AVM’lerin ve ünlü olan moda markalarının henüz icat edilmediği çok eski zamanlarda, dünyada birçok avcılar ve savaşçılar vardı. Avladıkları hayvanların derisine, görünümüne bürünmek cesaret ve yeteneklerinin göstergesiydi. Avlanan bu hayvanlardan biri olan leoparı, Çatalhöyük’teki yaklaşık 8 bin yıllık duvar resimlerinde görebiliyoruz. Antik Yunan kültüründe Dionysos üzerinde leopar postu taşırken resmedilmiştir. Vahşi bir hayvanın avlanması ne kadar güç olursa kürkü/derisi de o kadar krallara layık olurdu. Hatta değerli postlar ve kürkler aynı zamanda altın gibi bir ödeme aracıydı. Tabi ki krallar, sultanlar, hakanlar zaman içinde o kadar güçlendiler ve medenileştiler ki bu yırtıcı hayvanların postlarını giymelerinin haricinde onları ayaklarının altına sermeye başlamışlardır. Babür İmparatorluğu’ndan İngiltere’ye kadar hükümdarlar canlı leoparlara ve çitalara da sahip olmuşlardır. Osmanlı padişahlarının İstanbul’da ‘aslanhane’ denilen yerde türlü çeşit vahşi hayvanları bile vardı. Aslanlar, kaplanlar, panterler, leoparlar bazen zincirli olarak şehirde dolaştırılırdı. Osmanlı coğrafyasının ve Asya’nın dört bir yanını dolaşan gezgin olan dervişler ise vahşi hayvan postlarını giyme konusunda çekingen değillerdi. 18. yüzyıl sonlarına doğru Batı’daki seçkin kişiler artık kralların yaşamlarını iyiden iyiye taklit etmektedirler. Leopar postları koltuklara seriliyordu veya kıyafetlerin parçası olarak omuzlara aksesuar olarak alınıyordu. 19. yüzyılda Batı, tüm ‘vahşi’ Afrika’yı ve Hindistan’ı sömürgesi haline getirirken leopar, çita gibi hayvanların avlanması muazzam bir hız kazandı. İşte medeniyetle doğal yaşamı karşı karşıya getiren bu süreç, 1912’te Edward Rice Burroughs tarafından yazılan ‘Tarzan’ı oluşturdu. Tarzan 1918’den itibaren onlarca kez filme çekildi. ‘Maymun Adam’, güçlü vücuduyla ve leopar/çita desenli giysi parçasıyla beyaz perdedeyken , medeniyetten kopup gelen Tarzan’ın aşık olduğu kişi Jane de, ormanda ona benzer bir kıyafet giymekteydi.

Aslında leopar deseni, moda dünyasına tam olarak 1920’lerde giriş yapmıştır. O zamana dek, leopar desenini ya çok lüks insanlar, ya da umarsız rocker’lar kullanmıştı. Ta ki 1960’larda tasarımcı Oleg Cassini first lady Jacqueline Kennedy için leopar bir palto tasarlayana kadar. Milyonların stil ikonu Jackie Kennedy bu paltoyu giyince, leopar deseni bir anda moda klasiği haline geldi. Günümüzde ise desenin sempatizanları giderek artıyor. İmitasyon leopar kürkler ve baskı tekniğiyle üretilen leopar desenli aksesuarlar sayesinde hayvan severler de oyuna dahil olabilmektedir.

1937’de Tarzan’a kadın bir rakip geldi: Ormanlar Kraliçesi Sheena! Sheena önce çizgi romanlarda, sonraları filmlerde leopar desenli kıyafeti giymişti. İkinci Dünya Savaşı, kadınların toplumsal hayata her yönüyle katılımını zorunlu kılmıştır ve bu durum, sokakta daha güçlü kadınlar olduğu anlamına gelmekteydi. 1946’da Johnny Weissmüller’in oynadığı Tarzan’, Jane’in canını almaya çalışan; kabilesindeki erkeklerin acımasız lideri Leopar Kadın’la mücadele halindeydi. Her ne kadar Tarzan bu cüretkâr kadını yense de leopar deseninin önündeki engellerde adeta kalkmıştı. Vahşi doğa, dünyaca ünlü modacıların eline geçmişti. Christian Dior gibi tasarımcılar aynı yıllarda leopar desenini kadın kıyafetlerine hareket verecek bir unsur haline getirirken, hızını alamayan Amerikalılar da 1950’lerde ondan bikini yapma cesaretini göstermişti. 

O yıllarda çocuklarına düşkün, bakımlı ve iyi bir ev kadını modeli ön plandaydı. Oysa bu evcil kadının toplumu temsil etme kısmında belki çıplaklıktan bile daha güçlü bir sembol vardı. Bu sembolde, kadın bedeniydi. Leoparlar gibi güçlü, atak ve saldırgan olabilirdi. 1950’lerde tüm basının gözdesi ‘kadın gibi kadınlar’ Jane Mansfield, Ava Gardner, Marilyn Monroe desenin ikonik isimleriyken; 1960’lara gelindiğinde Kraliçe Elizabeth’ten, Elizabeth Taylor’a, Jacqueline Kennedy’den Barbra Streisand’a kadar sayısız meşhur isim, özenle tasarlanmış kıyafetler içinde seçkin ve modern dişi leoparlar olarak dolaşmaktaydılar. Üstelik bu ‘seçkin’ kıyafetlerin bir kısmı gerçek leopar postundan yapılıyordu. 60’ların ikinci yarısı tüm dünyada feminist hareketin, haute-couture karşıtı tavrın ve aynı zamanda kürk protestolarının dönemiydi. Bu, hem gerçek leoparlar, hem de desenleri için avantaj oldu. Çünkü, yeni geliştirilen sentetik kumaş teknolojisi sayesinde desen üretimi hem çok kolaylaşmış, hem de ucuzlamıştı. Kıskançlıkla ve kötü gözle bakılan aristokrat kürk geleneğinin veya haute-couture zarafetinin yerini 70’lerin sentetik giysileri aldı. Üstelik bu süreçte erkekler de vahşiliklerini yeniden kazanıyor, Rock yıldızları konserlerinde leopar desenli kıyafetler giyiyordu. 80’ler lüksün, kadınsı çizgilerin ve debdebenin tekrar öne çıktığı bir dönemdi. Joan Collins, Hanedan dizisinin moda olduğu yıllarda bu deseni pırıl pırıl parlayan kıyafetlerinde taşıyordu. Öte yandan aynı dönemin pop, rock ve punk kültürünün arası da desenli aksesuarlarla hiç fena değildi.

Doğada gizlenmeye, yani kamuflaja yarayan leopar deseni, insanlığın elinde önce gücün, sonra dikkat çekmek için kullanılmaya başlanmıştır. 90’ların sonuna doğru ama daha çok 21. yüzyılda bu desen halk pazarlarındaki kadın iç çamaşırlarından başörtülerine, koltuk kumaşlarından çocuk kıyafetlerine kadar her alana yayılırken dünyanın en seçkin, en pahalı modacıları yine de bu desenden vazgeçmediler. 

Özellikle kadın cinselliği için güçlü bir mesaj arandığında başvurulan hep leopar deseni olmuştur. Bugün, kent yaşamında öne çıkma mücadelesi veren kadın ‘avcılar ve savaşçılar’ binlerce yıl önceki erkek ataları gibi leopar, çita ve kaplan desenlerine sahip çıkmışlardır. Tabi ki en önemli fark, avlanma yöntemleri ve mekanları olmuştur.

Kaynaklar;

https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/8-bin-yillik-bir-desen-leopar-24585936

https://vogue.com.tr/trend/bir-moda-klasigi-masum-leopar

Neslihan Karadağ 

 

Leave a Reply